Bu yazıyı yazmaya başlarken fark ediyorum ki blogum çok eksenli olmaya başladı. Tıpkı benim gibi. Peki çok eksenli bir olduğum kanısına nereden vardım diye soracak olursanız işte bu direk benim fikrim değil. Bu yazıyı yazmadan önceki gün bir dostum bana şu cümleleri kullandı. ” Bazen sana çok imreniyorum. Her canın istediğinde kafana göre her şeyi yapabiliyorsun ve istediğin her şeye vakit ayırabiliyorsun.” Sanırım bir otuz saniye kadar aklımda tarttım acaba nasıl bir yanıt versem diye ancak samimi olarak söylemem gerekirse mantıklı bir cevap bulamadım.
Birçok insanın uyuşuk olarak tabir edeceği tipte bir insanım. Ayrıca bir o kadar da dağınık. Ancak gariptir ki kendi dağınıklığımın bir düzeni ver. Aslında pek çok şeye zaman da ayırmıyorum. Sadece o an canım yatmak isterse yatıyorum, gezmek isterse geziyorum. Belki kötü bir durum ama eğer canım birileriyle sohbet etmek isterse ediyorum. Dışarıdan bakılınca bencil ve egoist bir tipim kısacası.
Elbette şaka bir yana ama kendi kardeşim de bana “yürüyen ego” diyip duruyor. Hobbit kadar boyumla her tarafım ego olsa ne olur 😛
Bugün ana amacım bu belgeseli paylaşmaktı. Belki inanmayabilirsiniz ama bu belgesel benim üniversite hayatımda bir derste karşıma çıktı. Derste yaptığımız tek şey bu tarz belgeseller izlemek ve vaka analizi yapmaktı. Ooo beleş ders dediğinizi duyar gibiyim. Şimdi belki dersin hocası okur diye yalakalık yapıyor falan da diyen olabilir ama samimiyetle söylüyorum ki dersi bu şekilde işlemek inanılmaz bir vizyon sahibi olmayı gerektiriyor. Açıkçası üniversite denen yerde de o hocalardan pek bulunmuyor.Önemli olanın ders notundan ziyade hayata dair gerçekçi örnekler üzerinden bir dersi götürmek ve bunun kalıcılığı konusunda elbette ki saatlerce tartışabiliriz. Emin olmanızı istediğim şey şu ki slayt üzerinden geçilen derslerden daha etkili ve verimli oluyor 😀
Bu arada yine yazının ayarını kaçırmaya başlamışken bir arkadaşımın arkadan “boş yapma alperen” diye seslendiğini duyar gibiyim. İyisi mi fazla boş yapmayayım ve asıl konuya döneyim. Yukarıda bahsettiğim her şeyi aslında bu belgeselle bağdaştırmaya çalışacağım.
Öncelikle neden beni ele alacak olursak ben bir doğa insanıyım. Hepimizin olduğu gibi. Bir tabir vardır ya bu “bu iş benim doğama aykırı” diye işte oradaki doğayı kast ediyorum. Benim doğam biraz Dünya’nın doğasına benziyor. Yani canım istediğinde sıcak oluyorum canım istediğinde soğuk. Şimdi bunu okuyunca “saçmalama be iklime etki eden onlarca etmen var” dediğinizi de duyar gibiyim. Peki bana etkiyen onlarca etmen yok mu? Ya da size? Her insan bir doğadır, her insan kendinin bir dünyasıdır. Yani en azından ben bu şekilde düşünüyorum.
Peki ya biz insanoğlu Dünya’ya neler yapıyoruz? Dünya’yla olan ticaretimizde nasıl bir durum söz konusu? Eğer zaman ayırıp belgeseli izlerseniz mutlaka buna cevaplar bulacaksınız. Sizlerden ricam Dünya yerine kendinizi koymanız. Modern hayatın bize ve Dünya’ya yaptıklarının aslında birebir aynı olduğunu fark edebilecek misiniz?
Belki yazının bir kısmında biraz saçmaladım, belki tema dışına çıktım; kafada kırk tane tilki dolanınca biraz böyle oluyor – bu belgeselle kendimi affettireceğimi düşünüyorum 🙂
Yeni paylaşımlarda görüşmek dileğiyle,iyi seyirler 🙂
One thought on “Dünya v2.0”