Kavga, insanla kelime arasında… – Sinan Canan

Kavga, insanla kelime arasında… – Sinan Canan

Cemil Meriç, “Mefhumların kâh gülünç kâh korkunç maskelerle raksa çıktığı bir karnaval balosu fikir hayatımız. Kavga insanla kader arasında  değil  artık,  insanla  kelime  arasında.. . ”  diyor  “Bu  Ülke”de.  İlk okuduğumda zihnimde çok fazla yankı yapmamıştı bu ifadeler, ta ki yaşım biraz kemâle erip de kelimelerin düşünceyi ifade etmedeki anlamını kavramaya başlayana kadar.

Özellikle etrafımdaki tartışmalara taraf olmadığım o mesut zamanlarda, fark ettim ki insanlar kavramların değil, kendi zihinlerindeki taraflı ve muğlak, çoğu kez üstünkörü didiklenmiş ve şüphe edilmemiş temsilleri üzerinde kavga ediyorlar. Tarifini nesnel olarak yapamadığımız kavramlar, düşüncelerimizi ifade etmediği gibi yeni kavgalar için de adeta zemin hazırlıyor ve bizleri sonuçsuz tartışmalarda takatsiz, etkisiz ve  bilinçsiz bırakıyor.

Meriç’in yukarıdaki ifadelerinden de ilham alarak sıklıkla duyduğumuz birçok kavrama ve onların etrafında dönen tartışmalara baktığımızda, tartışmaların çoğunlukla kavramın anlamındaki belirsizlik (muğlaklık) nedeniyle sürdüğünü görebiliriz. Dahası bu belirsizlik, çoğu zaman adeta istemli olarak korunur gibidir. Biri çıkıp da “Yahu önce şu kavramın bir tarifini yapalım, ondan sonra tartışalım” dediğinde kızgın sesler yükselir ve “Ne lüzumu var canım, var ya tarifi işte!” gibisinden kestirme kurnazlıklara başvurulur. Çünkü tartışmacıların birçoğu bu belirsizlikten, bu puslu havadan beslenir. Yani istenen çözüm değil, tartışmanın veya kavganın bizzat kendidir.

 

İncelikli düşünmenin ve çözümlemeci (analitik) kafa yapısının oturmadığı bir toplumda bu durumu normal kabul etmek gerek. Bu vakıayı  görmezlikten gelerek sorunlara çözüm  arama yahut  aydın/entelektüel olma peşinde koşmak da beyhude bir çabadır. Amacınız eğer kuru gürültü ile vakit öldürmek ise böyle bir ortam  tam size göredir. Zira hiçbir şey çözülemediği için, ana amaç olan tartışma da hiç bitmez. Fakat yine Meriç’in ifadesi ile “düşünce namusu”, bizi birkaç  adım  daha atmaya  zorlamalı.

Teknik olarak bakacak olursak, kullandığımız veya tartışma konusu ettiğimiz her kelimenin yahut kavramın öncelikle kelime köklerini (etimolojisini) şöyle bir incelemek faydalı bir alışkanlıktır: “Bu kelimenin kökeni nedir? Tarih boyunca hangi anlamlarda kullanılmıştır? Halihazırda hakim olan durum (konjonktür) gereği hangi anlamlarda kullanılır olmuştur? Bu yeni anlamları esas anlamıyla gerçekten ilişkili midir, yoksa bu yeni anlamlar kelimenin üzerine bir şekilde iliştirilmiş midir? Bu kelime herhangi bir gerçeği karşılamakta mıdır, yoksa yapay olarak mı üretilmiştir? Kişiler arasında farklı anlamlarda kullanılmakta mıdır? Eğer kullanılmakta ise anlamlar arasında zıtlık ilişkisi var mıdır? Varsa neden vardır yahut hangi anlam gerçeğe daha yakındır?”

Anlamına hakim olmadığımız kavramlar hakkında hemen fikir beyan etmek için inanın herkesin sizin kadar iyi bahaneleri vardır. Örneğin; konuyla ilgili yeni bir şeyler okumuş, yıllardır bir şeyler dinlemiştir ve anneannesinin teyzekızı “hacı” olduğu için dini meselelerde, birkaç popüler bilim kitabında karşısındaki konuya rastlamış olduğu için de bilimsel mevzularda “derin” bilgi sahibidir(!). Dolayısıyla önce konuşmaktan ziyade susmanın bir insan erdemi olduğunu hatırlamak bu açıdan faydalı olabilir. Eğer zihninizde düşünülmüş ve tanımı tarafınızca oturtulmuş bir gerçek varsa, o, bir biçimde ihtiyaca binaen ortaya çıkar ve görevini hakkıyla ifâ eder. Fakat guguklu saat misali, sunulan her fırsatta konuşmaya kalkmak, bu devrin müzmin hastalıklarından biridir.

Kitap Hakkında Ayrıntılı Bilgi: Kimsenin Bilemeyeceği Şeyler