Belki de bizim neslin çoğunun olduğu gibi ben de yabancı dizi izlemeye Lost ile başladım.Bitirdiğim ilk yabancı diziydi. Derken üniversitenin ilk senesinde bir dostum vasıtasıyla Fringe ile tanıştım. 100 bölümlük güzel mi güzel, eğlenceli mi eğlenceli bir dizi.
Dizi hem bilim kurgu, hem drama hem de gizem temalı olduğu için inanılmaz ilgimi çekti. Bir FBI ajanı, deli bir profesör ve profesörün paralel evrenden kaçırıp getirdiği oğlu ..
Diziyi ilk izleyişim( iki kere bitirdim,3.ye niyetliyim) tamamen sanatsal bir yapıt mahiyetindeydi.Çünkü o zaman dizinin derinliklerini düşünecek olgunlukta değildim. Tabi burada olgunluk kelimesi ne derece doğru olur tartışılır ama bence olması gereken o.
Evet ilk izleyişimden bahsediyorduk. Dizi ilk seferinde klasik bir amerikan yapımı gibi gelmişti. Olaydan olaya koşan FBI ajanları ve onlara destek olan birkaç destek elemanı. Her bölüm değişik birer olay oluyor ve Olivia,Walter,Peter üçlüsü olayı çözüyor. Tıpkı bizim Arka Sokaklar’daki Rıza Baba ve ekibi gibi. Bu olaylara paralel giden Peter ve Olivia arasında yakınlaşma ve baba-oğul olan Walter ve Peter arasındaki sorunların giderilmesi falan derken ortaya çıkan kel kafalar biraz olayı karıştırır. Sonra gelecekten gelirler falan filan.
Ee söylemiştim ilk izleyişimde normal bir dizi gibi izledim diye.Gelelim ikinci izleyişime..
Öncelikle diziye tekrar başlama sebebimden biraz bahsetmek istiyorum. Üniversite kelimesi akla gelince şüphesiz zihnimizde canlanan en eğlenceli şey “öğrenci evi” terimi oluyor.Üniversite hayatının en eğlenceli kısmı o evdir. Hele ki kafa dengi ev arkadaşlarınız varsa tadından yenmez. İtiraf etmem gerek o konuda çok şanslıyım.
4 kişilik bir erkek öğrenci evinde genel olarak online oyun oynanır ve ortak filmler ya da diziler falan takip edilir. Biz hepsini yaptık. Ortak dizimiz ,ortak ilk dizimiz, Fringe oldu. Ben ve birkaç arkadaşının daha ısrarıyla ev arkadaşlarımdan biri, ardından diğer ikisi de diziyi izlemeye başlayınca ben de oturdum onlarla 100 bölümü tekrar izledim.
Genel olarak pek çok şeyini hatırlamama rağmen yeter artık bırakayım demedim. Çünkü bu sefer diziye olayları çözümlemeye çalışan bir mühendis gibi yaklaştım. Neyse şimdi birbirimizi kandırmaya gerek yok. Mühendis gibi falan yaklaşmadım ama olayların olabiliteleri üzerinde kafa yordum. Daha doğrusu yorduk. Her bölüm sonunda o bölümün kritikleri yapıldı, acaba böyle bir teknoloji ya da biyoloji mümkün mü vesaire derken göz açıp kapayıncaya kadar bitti.
Her bölümde biraz daha karışan ve bence bilim kurgu en üst düzey yapıt olan Fringe tabiki de J.J.Abrahams yapımı bir dizi.
Şu yukarıdaki amca oluyor J.J Abrahams. Değişik bir yapısı var ve her başarılı dizinin arkasından bu adam çıkıyor. Neyse bundan sonra yazacak bir konu daha bulmuş olduk 🙂
‘e dönecek olursak olay örgüsü şöyle başlıyor;
Olivia-kendisi başrolümüz olup FBI ajanı güzel mi güzel bir ablamızdır- yaşanan biyolojik birkaç saldırıyı araştırmak üzere akıl hastahanesinde bulunan Walter’ı- yukarıdaki fotoğrafta en solda olan, şirin tonton bilim adamı- FBI için çalışmaya ikna etmeye gider. Ama önünde bir engel vardır ki o da Walter amcamızın oğlu Peter- o sıralar dolandırıcılıkla uğraşan zeki mi zeki bir abimiz- kardeşimizi ikna etmesi gereklidir.
Bu ikna süreçlerini, patırtıyı kütürtüyü atlattıktan sonra bir anda kendimizi Harvard Üniversitesi’nde bir laboratuvarda buluyoruz. İstisnasız her bölüm “Gerçekten de böyle bir şey yapılabilir mi?” ya da ” Ulan bunların aklına geldiyse Amerikalılar bunu çoktan yapmıştır” dahası ” Kardeşim şu Massive Dynamic acaba şuan ki hangi firmayı temsil ediyor?” gibi konuların üzerinde çokça düşüneceğiniz eğlenceli, sınırlarınızı zorlayacak bu diziyi bölümler arası ara vermeden hızlı hızlı izlemeye başlıyoruz.
Eee tabi “Paralel Evrenlerden” ve “Observer Dayılardan” söz etmeden olmaz. Ama bundan sonraki kısım diziyi izleyecekler için işin tadını kaçıracağından burada yazıyı noktalıyorum. Bu Fringe hakkındaki son yazım olmayacak tabi ki de. Bundan sonrakiler ağır #SPOILER içerecek benden söylemesi..
One thought on “Neden iki kere 100 bölüm Fringe?”