Başlığı belli ancak yazısı olmayan bir taslak içerik çıktı blogumun tozlu köşelerinden. Kim bilir hangi düşüncelerle bu başlığı not aldım da yarım bıraktım. Açıkçası neleri sorgulasam onu da bilmiyorum. Yazacak çok şey varken yazamamak ne kadar zormuş, keşke blogum kendi adıma olmasaydı dediğim anlardan birindeyim 😀
20 küsür senelik bir yaşantıyı sorgulamam gerek belki de. Küsür diyorum çünkü 20 geçtiği günden beri bir yaşlılık sendromuna girdim. Sebebini bilmiyorum ama kendime hep 40 sene ömür biçiyorum. Belki de bir tarih belirlemiş olmam çoğu konuda işime yarıyor. Çünkü biz insanoğlu unutmayı seviyoruz. O kadar seviyoruz ki doğumu, yürümeyi, koşmayı,sevmeyi hatta sevilmeyi unuttuğumuz gibi kaçışı olmayan son nokta olan ölümü de unutuyoruz.
Bir süredir alışkanlık haline getirdiğim TED videoları izlemek bana hayatımın kritik noktalarını sorgulatmaya başladı. Üzerine düşününce aslında çok da fazla olmadığını fark ettim. Gariptir ki bunların da çoğunun sağlık problemleri olduğunu. Belki de kritik nokta denen şeyi, kavşakları ya da siz ne şekilde adlandırırsanız onları çok yanlış yorumluyorum. Yine de bunları ufaktan bir sorgulamak istiyorum. Bu yazı yazılmaya, düzenlenmeye devam ettikçe belki de kritik olduğunu düşündüğüm şeyler listeden çıkacak, hiç düşünmediğim şeyler listeye girecek.
Sık sık soruyorum kendime. Acaba olmak istediğim yerde miyim? Olmak istediğim yere ulaşabilecek miyim? Hep birlikte izleyip göreceğiz..
Öğretmen Çocuğu Olmak
Bu bir kritik nokta mıdır bilmiyorum ancak hayatımın üzerine kurulduğu bir çok şeyi etkileyen, kimi zaman dengeleyen kimi zamansa dengesini bozan kavram oldu benim için “Öğretmen Çocuğu Olmak.” Ne farkın vardı diyecek olursanız genele baktığımızda hiçbir farkım olmadı hiç kimseden ancak iş özele girince hayatımda hep kalın çizgiler oldu.
Kurallara bağlı olmak zorunda kaldım hep, nefret etmeme rağmen. Çünkü öğretmen çocuğuydum ve kural çiğnemenin olası iki sonucu vardı. Birincisi öğretmenlerin babanı eğitimci olarak tanıdığı için senin canını öğretmen çocuğu böyle mi olurla yakacaktı ki çok sağlam bir psikolojik baskıdır, eğer aile değerleriniz yüksekse, ikincisi ise aynı tabloyla evde karşılaşacaktınız.
Bunun çok da olumlu bir yanı vardı elbette. Hayatınızda bir takım değerleriniz oluyor. Aşamadığınız toplumsal değerleriniz size hayatta farklı bir başarı getiriyordu. Bunu anlamam yıllarımı aldı 😀
Adı Konulamayan Hastalık
Ardahan’da yaşadığımız ve benim 5. sınıfa gittiğim dönemde bir rahatsızlık geçirdim. Pazartesi günü gittiğimiz doktor Cuma gününe kadar rapor verip dinlensin demişti ama Cuma günü beni ve tahlil sonuçlarımı görünce şoka girmişti. Direk Erzurum Atatürk Üniv.’e sevk edecekti ama biz sevk zinciri denen olayı kırıp Ankara Numune Hastanesi’ne gittik. Doktor tahlil istedi ve tahlil sonuçlarına bakana kadar da bir kez olsun yüzüme bakmadı. Sonuçlar belli olduktan sonra kafayı kaldırıp bana bir baktı ve bu iş beni de bu hastaneyi de aşar dedi. Ardından da beni şuan adını hatırlamadığım bir hastaneye sevk etti.
Gerekli işlemleri halletmek için Adalet Bakanlığı’na ( babam adalet bakanlığına bağlı çalışıyordu) giden dedeme oradaki doktor ” Siz bu çocuğu eğer bu hastaneye yatırırsanız sağ geri alamazsınız” deyip Hacettepe’ye gönderdi. Randevu aldık ama ben gece fenalaşınca randevudan önceki gece Acil’den hastaneye girmek zorunda kaldık.
Tabi sistemde kaydı gören acil doktoru bizi işlemler hızlı olsun diye acilden girmekle itham etti. ( O dönemde Hacettepe’de röntgen çektirmek için bile en az 2 ay beklemek gerekiyordu ama acil hastaları buna dahil değildi) 2-3 saat sonra o da tahlil sonuçlarını görünce şoka girdi ve bu iş beni aşar diyip daha kalifiye doktorlar çağırdı.
Velhasıl kelam anlatacak çok şey var da 10-15 gün yattım hastahanede ama hastalığıma bir isim konamadı. Bir şekilde iyileştim. Birkaç ay sonra kontrole gittiğimde doktor “Seni biz kurtarmadık, Allah kurtardı” demişti 😀
Bunu yaşayınca sağlığımın ve çevremdeki insanların kıymetini anladım.
OKS Yılı Derece Sınıfına Giremedim
Küçük bir şehirde yaşıyordum liseye kadar. Arkadaşlarımın çoğu aynı zamanda okuldan arkadaşımdı ve memlekette sadece iki tane dershane vardı. Bir tanesi ailemin ve benim hayat bakışımıza ters olduğu için hiç tercih seçeneği olarak bile düşünülmeyince biz de direk Final’e girmiştik. 6,7 ve sonunda 8. sınıf..
İlk hafta bir deneme sınavı olup derece sınıflarına ayrıldık. Sınav benim için tam bir hayal kırıklığıydı. Derece sınıfına girememiş ve arkadaşlarımdan kopmuştum. ,Arkadaşlarım sabah giderken ben öğleden sonra gidiyordum dershaneye. Tatlı rekabetin zirve olduğu yaşlarda bu inanılmaz derecede kötü bir durum. Üstüne ailem inanılmaz tepki göstermişti. Belki de hayatım boyunca dersler yüzünden tepki gördüğüm tek dönemdi. Yanılmıyorsam aldığım puan 280-300 civarı bir puandı.
Dershane hocalarımla konuştuğumda maksimum 3 hafta içerisinde bir sınav daha olacağını söylediler. Önümde 3 hafta vardı ve kendimi hem aileme hem de kendime ispatlamalıydım. Tabiki o sınav 5 hafta sonra falan oldu. Adığım puan da 400-420 civarıydı. Bir önceki sınavda 18. olmuşken bu sınavda 4. olmuştum, ardından 3..
Eğer batmasaydım hırs yapmayacak, kürek çekmeyecektim. O yüzden de ailem bana pek yüklenmez. Çünkü ne zaman kürek çekmem gerektiğini bildiğime inanırlar ve ben de ne zaman kürek çekmem gerektiğini o zaman öğrendim.
…
Hayatımın en zor dönüm noktalarından biriydi. Tam 7 yıl oldu ve hala kabullenemediğim bir gerçek olarak kalbimin, hayatımın,aklımın bir köşesinde duruyor. Birgün,sabah birlikte kahvaltı yaptığınız, birlikte evden çıktığınız insanın akşam hayatınızdan göçüp gittiğini öğreniyorsunuz. Hani o erkekler ağlamaz falan yalanları var ya, hakikaten de yalan. Asıl erkekler ağlar. Ha içimize ağlıyoruz belki ama biz de ağlıyoruz.
İyi bir insan olmak nasıl bir şey babamdan öğrendim ben. Şuan başım sıkışsa arayabileceğim ve mutlaka bir iyiliğinin dokunduğu onlarca insan olduğunu bilerek koyuyorum her gece başımı yastığa, tıpkı o insanları hiçbir zaman aramayacağımı bildiğim gibi. Dedim ya öğretmen çocuğu olmak zordu diye. Zordu çünkü doğuda, kendi köyünde görev yapan bir öğretmen en büyük savaşını kendi hemşerisiyle veriyor. Kimse senin sırtında sıra taşımana bakmıyor, sadece okulun kömürünü sadece okul için kullanıp da millete peşkeş çekmediğin için şikayet ediyor.Kendi komşun yüksek fiyat veriyor diye başka servisle anlaştın diye evin basılıyor hem de kendi amcan tarafından.. Bunlarla büyümekti zor olan, bunları bile bile büyümek..
Hayat öyle garip ki siz en yakınınızı kaybedince ondan bir tık uzaktaki yakınlarınız da tepenize çöküyor. Ne verilmiş sözler bilirim tutulmayan.. Arayıp sormadan, üstüne arkadan tonla atıp tutarak facebook akrabalığı yapanlar mı ararsın, gösteriş için desteğini gözüne sokanları mı?
Karşımdaki kim olursa olsun savaşmayı öğrendim ben babamdan,eğer haklıysam ve değerlerimi çiğnemiyorsam. İnsanlara güvenmeyi öğrendim ben, dostluk nedir ve bir insanın dostları nasıl ona sahip çıkarı öğrendim aynı zamanda da akrabaları neden sevmemem gerektiğini.
Şimdi annem bunu okuyunca bana hem hak verip hem de arayıp fırça atacak 😀
Reddedildim
Hayattaki en büyük korkumdur reddedilmek. Lise sonda imkansız bir insana yürüdüm, sırf herkes yapamazsın dediği için. Aşk denen o kavram sandım hissettiğim şeyi. Halbuki içimdeki şey galip gelmeyi isteme hırsıymış, bunu da gerçekten aşık olunca öğrendim 😀 (Nasibimizi de kapadık iyi mi)
Hayat o kadar yormuştu ki beni bir çıkış kapısı arayıp da bulamıyordum. Hatta bir öğretmenim anneme gözlerindeki pırıltı söndü demişti. İşte o durumlardan kurtulmaya çalışma dönemlerinde bir vaka yaşadım. Aşık oldum sandım, yandım, tutuştum sözde. Hayatımda ilk kez birine bir adım attım. Elimde patladı. İyiki de patladı.
Reddedildikten sonra sebepleri aramaya başladım. Aynanın karşısına geçince baştan aşağı her şey sebepti, kalemi elime alınca her şey sebepti ya da arkadaş ortamına girince. Hepsinin üstüne gittim. Kilo verdim, çevremi de kendimi de hem geliştirdim hem değiştirdim.
Sonuç mu? Hayattan korkmamak gerektiğini öğrendim. Zafer denen şey savaşta bir cephe kazanmakla olmuyormuş, tüm hayatı kazanmak gerekiyormuş. Kaybettiğimiz zaman aslında kazanabiliyormuşuz da.
Kalp Krizi Fiyaskom
Bunun tarihi çok ama çok yakın. Geçirdiğim boğaz enfeksiyonu kalp kaslarına ve kalp zarına atınca kalp de durumu dengelemek için hormon seviyesini arttırıyor. Hastahaneye gittik, kalp krizi sandılar ve ambulansla başka hastahaneye götürdüler. Orada anjiyo oldum kalp krizi olmadığı anlaşıldı, yoğun bakımda yattım falan derken aslında hayatın ne kadar da hızlı geçtiğini gördüm.
Yoğun bakımdaki yaklaşık 13 saatim tüm hayatımı sorgulamama sebep oldu. Neleri yanlış yaptığıma, neleri doğru yaptığıma bir baktım ve sonra net kararlar aldım. Ardımda kırgın olduğum ya da kırdığım insan bırakmayacaktım çünkü bu sefer ölüm yaklaşmıştı, hissettirmişti kendini.
O hastahaneden çıktıktan sonra hayata dört elle sarıldım yeniden. Hayallerimin peşinde, doğru bildiklerimin izinde gitmeye başladım. Daha çok film izledim, daha çok kitap okudum, daha çok dışarı çıktım ve şimdi de daha çok arkadaş ediniyorum. Hayat birlikte olduğumuz güzel insanlarla güzel
Yine buraları günlük gibi karaladım. Hatam olduysa affola. Kimseyi kıracak, üzecek bir şey yazdımsa da affola,eğer yanlışsam. Sonuna kadar dayandığınız için teşekkür ederim. Selametle