Yeter Ki Kahvemsiz Olmasın Hayat

Yeter Ki Kahvemsiz Olmasın Hayat

Öyle bir düzen oldu ki hayat her daim bir yerlere, bir şeylere ya da birilerine yetişme çabası aldı başını gidiyor. Yani en azından benim için durum öyle. Durup da geriye baktığım zamanı değerlendireceğim bir yazı olsun istedim ben de. Başlığa gelince de yazıya başladıktan sonra canım bir kahve çekti ki sormayın. O kahvenin şerefine ben de başlığa adını koyayım dedim. Nasıl olsa yazdıklarım akademik şeyler değil, kafama göre takılmamda da pek bir mahsur yok o yüzden sanırım.

Hayatıma internet girdiği andan itibaren orada bir yer edinebilmeyi istemiştim. Belirli bir sebebi var mıydı diye soracak olursanız yazmayı hep sevdiğimden bahsetmek isterim müsadenizle.  Yazmak ile ilgili aklıma gelen ilk anı Irak savaşına dayanıyor. Ne kadar canımın yandığını kestiremiyorum insanların acı çekmesine ama o duygu yoğunluğuyla oturmuş bilgisayarın karşısına, açmış word’ü ve birkaç sayfa bir yazı yazmıştım. Ardından annem okudu, ardından da başkalarına okutmak istedi. Anne duygusunu bilirsiniz, çocuklarının güzel yaptığı her şeyi paylaşmak isterler. Hatta şuan da en büyük takipçilerimden biridir. Buradan selam olsun.

Annem yazıyı başkalarına okutturmak istediği zaman şuan anlam veremediğim bir şekilde yazının tamamını seçip sildim. Diyorum ya şuan anlam veremiyorum. Belki de bunun temelinde içine kapanık bir çocuk olmam yatıyor. Dönüp de geriye baktığım zaman uzun yıllar içime kapanık bir hayat yaşadığımdan da bahsetmek isterim size. Bunun sebebi tartışılır ama benim bulduğum en mantıklı açıklama yetişme ve yetiştirilme şartlarımdan kaynaklanıyor.


Kendimi bildiğim andan itibaren okula başlayıncaya kadar köyde oturuyorduk. Öğretmen olan babam köyümüzdeki okulda çalışıyordu. Çocukluğum o okulun koridorlarında, öğretmen abi ve ablalarla birlikte geçti. Maziye baktığımda yaşıtlarımla oyun oynadığım bir çocukluk anımı hatırlamıyorum bile uzun yıllar. Bu şartlar altında büyüyünce de insan ister istemez hayata farklı bir pencereden bakıyor, sonra da yaşıtlarıyla anlaşamaz hale geliyor.Ya da kabuğuma çekilmek bana daha kolay geldi. O da olabilir 😀

Yaşıtlarıma karşı hep ukala çocuktum. Hep her şey hakkında bir fikrim olduğu için eleştirilirdim ama fikrimin olmadığı şeyler de vardı. Örneğin futboldan anlamazdım. Arkadaşlarım taso peşinde koşarken benim eğlencem Bilim Teknik’in verdiği kartlardı. O zamanlar bilim çocuk da yoktu tabi. Ee bunlarla büyüyünce de ufaktan bir ukala olmuyor değilsiniz. Hatırlarım taa 7. sınıftayım. Tiyatro yeteneği muazzam bir arkadaşım hepimizin çocuklarının nasıl olacağının taklidini yapıyorken benimkini şöyle tasvir etmişti gökyüzünü göstererek :” Bakın bu uçak saatte bilmem kaç kilometre hız yapıyor.” Ee zeki çocukmuşum vessellam sonradan harcanmışım 😀

Futboldan hala çok anlamam. Öyle arada maç izlerim. Maç biter, ben de kendime dönerim. Diğer sporlardan da pek anlamam. Bir badminton severdim, onu da oynamayalı yıllar oldu.Bir ara gitar çalayım dedim, müzik kulağımın sıfır olduğunu öğrenmemle sonuçlanmış bir girişim olarak bir kenara kalktı. Şarkı söyleyeyim desem o da yok. Amma velakin bir şey var ki beni benden alıyor o da yazmak. Şu klavyenin başına oturduğum zaman nereden girip nereden çıkıyorum bir yerden sonra onu da unutuyorum. İyi bir yazar mıyım? Kesinlikle değil ama bu umrumda da değil. Çünkü yazdıklarımla mutluyum ben.

Her gün bloguma girer bakarım. Yayınladığım yazıları turlarım bazen de. Hatta bir kısmını döner okur acaba o zaman hangi hislerle bunu yazmışım da demeyi ihmal etmem. Kimilerine de bunu gerçekten çok güzel yazmışım derim ama çok azdır onların sayıları. Bir elin beş parmağını geçmek değil yaklaşamaz bile. Ama kulağıma çalınan bir şey var ki eğer geçmiştekine göre ilerleme kaydedemiyorsan zaten sorun başlıyor.Asıl soru da acaba şimdikileri beğeniyor muyum?


Bugün benim için özel bir gün. En yukarılarda bahsetmiştim hep internette yer edinebilmek istediğimden. 11 ay önce bu blogu açarken de bu hissiyata tam anlamıyla güvenerek bir adım attım. Elbette bu süreçte pek çok destekçim oldu. Yeri geçmişken onlardan da bahsedeyim. İlki bir gizli destekçi. Bu blogu açma konusunda ilham aldığım, liseden tanışıklığımın olduğu bir insan. Onunla ilgili şeyler ilk yazımda var. İkincisi ise bir blogger olan dostum Murat. Blogumdaki Merhaba Dünya yazımı yayınladığım gün bana mesaj atıp hangi adımları atmam gerektiğini, sayılara neden dikkat etmem gerektiğini nedense dikkat etmemem gerektiğini anlattı. O mesajın etkisini tahmin bile edemezsiniz. O yüzden her yeni blog açan dostuma mutlaka yazmaya çalışır, deneyimlerimi anlatırım.

Merhaba Dünya!

Üçüncü destekçim yukarıda da andığım gibi annem oldu. Hayatımdaki her doğrumda da yanlışımda da arkamda olduğu gibi bunda da arkamda oldu. Hatta eğer bu blog sayesinde oyun oynamayı bırakacaksam tüm masraflarını karşılayacağını söyledi. Evet oyun oynamayı bıraktım ama bu blog için değil 😀 Dördüncü destekçim demeyeceğim. Dördüncü sıra iki kişiye ait. Bir tanesi bir önceki yazımda andığım Mehmet diğeri ise Westworld yazımda andığım Nuri kod adlı şahsiyet. İkisinin de yeri çok ayrı. Destekleri de aynı şekilde.

Bir yola çıkınca zamanla o yolu geliştirmeyi de öğreniyor insan. Bu blogun ziyaretçi yoğunluğuyla kapandığı zamanlar oldu. Çünkü başlık insanların ilgisini inanılmaz derecede çekmişti. İlgi çekeceğini biliyordum ama o rakamlar aklımın ucundan bile geçmemişti. 1 senelik toplam ziyaretin %8’lik bir kısmını sadece iki yazı oluşturuyor çünkü 😀

Dedim ya bugün özel bir gün diye. Bilmeyenler için bir özet geçecek olursam alan adları denen şeylerin belirli bir sürede tekrar kayıt ettirilmesi gerekir. Ben bir yıllık bir kayıt yaptırmıştım. 11 Ayı tamamladık ve bugün 1 sene daha uzatma kararı aldım.Bu süreçte ben girmediğim zamanlarda bile giren, buraları ziyaret eden dostlara sonsuz teşekkür ederim. Bir sene daha hem burada hem de Industryolog Akademi‘de kafanızı şişirmeyi planlıyorum rabbim nasip ederse.

Ha bu arada kahveden bahsetttim madem aylar önce pinterestten bulduğum bir görseli de yazının sonuna ekleyeyim de bu yazıyı yazdıran biricik dostuma da ayıp olmasın. Selametle